Sen Böylesin Böyle Kal “Antep”
Küçüklüğümde, ailemin bana söylediği bir söz vardır ve ben o sözü hala unutmadım. Biz böyle büyüdük, büyütüldük. “Bir sofrada yemek yersen o sofrayla artık gönül bağın var demektir. Başka bir deyişle “Yediğin ekmek teknesini pisletme” yani iyilik gördüğün yere kötülük yapma.
Doğu kültürünün ne kadar zengin olduğunu aslında birçoğumuz biliyoruz. Hem topraklarının, hem o topraklarda yaşayan insanların… Bir tarih yatıyor o topraklarda ve o toprakların bir hiçmiş gibi gösterilip ve o hale getirilmeye çalışılması çok üzücü. Ben gidip kendi gözlerimle gördüm o zenginliği. Meyvesi olan ağaç taşlanır atasözü bu durumu çok güzel şekilde açıklıyor bence. Geçen yıllarda bir hafta sonu gitmiştim “Gaziantep’e”… Ege kızı olmama rağmen, zaman zaman damak tadım, tam doğu damak tadı aşığı… Baharatlar, lahmacunlar, kebaplar, baklavalar, Antep fıstığı, ekşili köfte daha ismini hatırlayamadığım bir sürü yemek. O güzel kokuların, tatların doğduğu toprakları merakımdı beni oraya götüren. Antep baklavaları, kebabı lahmacunu adı altında buralarda yediklerimizin oradakilerle hiç alakasının olmadığını gidince bizzat gördüm. Peki ben Antep’e gidince neler mi yaptım?
*Bol bol yemek yedim. O 2 gün boyunca daha çok yemek yiyebilmek için, midemin biraz daha geniş olmasını istedim dersem inanır mısınız? Ama doğru… Kaldığımız evde yapılan yemeklerden başlayıp, hızımızı Antep’in en meşhurları arasında bulduk. En meşhur baklavacısı, kebapçısı, lahmacuncusu İmam Çağdaş… Bir kebap çeşitleri var, hayatımda duymadım o isimleri…
*O güzelim tatlardan sonra Tahmis Kahvesine geldik. Tarihi bir bina… İçeriye girer girmez, enerjisi yüksek bir atmosferle karşılaşıyorsunuz. Kemancılar, darbukacılar… Kendimi tutamayıp oynamıştım hatta 🙂 Güzel bir Türk kahvesinden sonra yola devam ettik.
*Bakırcılar Çarşısı. El emeği göz nuru bakırlar. Ne şekilde işleniyor, ustalarından izledik. Gelirken de bakır yumurta sahanı ve bakır cezve aldık. Bakır kaplarda yemek yemenin ne kadar sağlıklı olduğunu biliyoruz sanırım.
*Zincirli Bedesten: Yöresel hediyelik eşyaların satıldığı bir çarşı. Burada dikkatimi çeken güzel şeyler oldu. Yemeni, eskiden herkesin giydiği sağlıklı, orijinal deri bir ayakkabı iken şuan sadece sanatçıların ve farklılıkları seviyoruz diyen kişilerin tercihi haline gelmiş. Yemeniyi ben başörtüsü olarak bilirdim. Burada farklı bir anlamını da öğrenmiş oldum. Hatta bir tane yemeni aldım kendime. Gerçekten sıcak yaz günlerinde, ayağı terletmeyen sağlıklı bir ayakkabı… Hoşuma giden başka bir şey de kutnu kumaşı. Özel el dokuması bir kumaş. Osmanlı’dan günümüze kadar gelmiş.
*Buğday Hanı, Tütün Hanı, Almacı Han, Yemeniciler… Bunlar ne diyorsunuz değil mi? Almacı Han, envai çeşit baharatın satıldığı yer. Diğer hanlarda da ismini yansıtan şeyler yer alıyor.
*Ertesi gün, Zeugma Müzesine gittik. Gördüğünüz o mozaikler karşısında şaşkınlığa düşüyor ve bazı soruları sormadan edemiyorsunuz? Müzenin en gözde eseri ise Çingene Kız Mozaiği… Müzeye getirilen eserler Zeugma’nın sadece bir kısmıymış. Kazıların halen devam ettiği söyleniyor. Neden taşınıyor sorusuna ise cevap olarak “sular altında kalmasını önlemek için” deniyor.
Evet Sevgili Antep ve halkı, sadece 2 günde siz benim hafızamda ve gönlümde böyle güzel yer ettiniz ve öyle kalın lütfen… Güzelliklerinizle…